Rektör Zafer Gül Marmara Üniversitesi’nde yeni bir milat başlatıyor!
Rektörün Odası
Salı, 13 Mart 2012 10:15
Başında bulunduğu rektörlük görevinin daha ikinci yılında, üniversitesinin tüm çehresini değiştirecek önemli projeleri devreye almaya hazırlanan Prof. Dr. M. Zafer Gül, üniversitesini dünyanın en iyileri listesinde üst sıralara yerleştirmeyi hedefliyor. Bu bağlamda üniversitenin dağınık yapısını ortadan kaldıracak iki dev kampüs ve büyük bir hastane projelerine odaklanan Rektör, okulun elektronik altyapısını da son teknolojiyle buluşturuyor.
Marmara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Zafer Gül
Bu ay ‘Rektörün Odası’nda okuma yazmayı daha 4 yaşındayken söken, ilkokulun ilk sınıfına bile ihtiyaç duymadan ikinci sınıfından başlatılan bir rektörü konuk ediyoruz. 1965 yılındayken İstanbul’a yerleşen ve 4 yaşında geldiği şehri bir daha hiç terk etmeyen, akademik hayatı başarılarla dolu Marmara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. M. Zafer Gül, asistan olarak başladığı akademik kariyerinin bugün zirvesinde bulunuyor. Marmara Üniversitesi’nin dağınık yapısının hem öğrenciler hem de yönetim açısından zorluklar yarattığını belirten Gül, başlattığı büyük projelerle üniversitesinin yapısını derinden değiştirmeyi ve geliştirmeyi hedefliyor. Avrupa ve Anadolu yakasında kurmayı planladığı iki dev kampüsle bütün küçük birimleri birleştirmeyi düşünen Rektör, okulu sadece yapısal değişiklerle yenilemekle kalmıyor, teknolojik donanımlarla da zenginleştirmeye çalışıyor. Bu bağlamda “e-üniversite” kapsamında öğrencilere dağıtılan elektronik öğrenci kartlarıyla öğrenciler kağıt ve zaman sarfiyatından kurtuluyor, kütüphaneden yemekhaneye her birimde bu kartları kullanabiliyor. Lise dönemlerinin de okulu olan, sonrasında Marmara Üniversitesi’nin bir parçası haline gelen Haydarpaşa Kampüsü tarihi binasına hayranlığı hiç yitmeyen Gül’ün hedefinde bu binayı rektörlük binası haline getirmek de bulunuyor. Dev bir hastane projesini de üstlenen Rektör, bazı fakültelerin hantal yapısından kurtulmak için onları birimlere ayırıyor, daha da uzmanlaşmasını hedefliyor. Yoğun iş temposu konusunda eşiyle aynı kaderi paylaştığını belirten Gül, bu sayede birbirlerini daha iyi anladıklarını belirtirken Rektörlük görevinden sonra nihai hedefini de şu sözlerle açıklıyor: ‘Öğrencilerime ve yarım bıraktığım kitaplarıma dönmek…’ Makine Mühendisi olan Prof. Dr. M. Zafer Gül, çocukluğundan rektörlüğe uzanan hayatında yaşadığı unutulmaz anıları, öğrencilik zamanlarını, ideallerini ve projelerini ilgi çekici anekdotlarla anlattı.
Öncelikle Marmara Üniversitesi Rektörü olarak sizi biraz yakından tanıyabilir miyiz?
29 Ocak 1961 Bursa doğumluyum, 1965 yılından beri İstanbul’dayım. İlkokulu, ortaokulu, liseyi, üniversiteyi hep bu kentte okudum. İlkokula ikinci sınıftan başladım. Dört yaşında okuma yazmayı sökmüştüm. İlk okuduğum, sonuna kadar sürüklendiğim kitap ise “Teksas” adlı bir çizgi roman oldu. Bunda öncelikle annemin daha sonra da babamın yardımı oldu. Hatta bana öğrettikleri şeyler o kadar çok olmuş ki, ilkokul sınavına girdiğimde, benim için üçüncü sınıftan başlatmayı bile düşünmüşler. Yaş sebebiyle psikolojik sorun olmasın diye vazgeçmişler. Daha sonra girdiğim imtihanlarda Haydarpaşa Erkek Lisesi’ni kazandım ki o tarihi bina bugün bizim tıp fakültemizin olduğu binadır. O binada ben ortaokul ve liseyi yatılı okudum. Zaten o dönemde ortaokul ve lise birleşik öğrenim görüyordu. İşte o dönemde küçüklüğümü hissettim. Ortaokul çocuğu olarak o koca binaya girdiğimde muhteşem etkilenmiştim. Daha sonra İstanbul Teknik Üniversitesi, Makine Fakültesi’nde öğrenimime devam ettim.
‘MATEMATİK OKUMA PARA KAZANAMAZSIN’ DENİLİNCE DÜMENİ MÜHENDİSLİĞE KIRDIM
Rektörlüğe uzanan yolda akademik olarak neler yaptınız? Hangi eğitimlerden geçtiniz
Şöyle diyeyim, lisedeyken sınıfları dereceyle bitirirdim hep. Lisedeyken TÜBİTAK – BAYG (Bilim Adamı Yetiştirme Programı) bursu alırdım. Lise son sınıfta, liseyi temsilen TÜBİTAK yarışmalarında kimya birinciliği, fizik ikinciliği aldım. O zaman matematik okusam iyi olur diye aklımdan geçirmiştim. Bana ‘Matematik okuma, para kazanamazsın’ dediler, bu sefer tıp okumayı düşünmeye başladım.
Ama bana ‘tıpta matematik okutmuyorlar’ dediler, ben de matematiğe çok düşkündüm karar değiştirerek dümeni mühendisliğe kırdım. Sonra yurtdışına çıktım. İngiltere ve Amerika’da on sene yurtdışında kaldım çeşitli dönemlerde. Doktoramı Manchester Üniversitesi’nde tamamladım. Orada asistanlık yaptım. Ohio State Üniversitesi – Amerika’da misafir hocalık yaptım. 1994 senesinde de Marmara Üniversitesi’nde göreve başladım. Makine mühendisliği bölümünü de Prof. Dr. Abdulkerim Kar Hocam ile birlikte kurduk. Bütün programı baştan aşağı tasarladık. Abdulkerim Kar Hocamdan sonra da, Makine Mühendisliği Bölüm Başkanlığı’nı beş seneliğine ben yürüttüm. Sonrada aynı üniversiteye, rektörlük görevine geldim.
Temmuz 2010’dan bu yana rektörlük görevini üstlenmiş bulunuyorsunuz. Yöneticilik ve özel hayat açısından rektörlük sizin hayatınızda neleri değiştirdi?
Tabi, rektörlük üst düzey bir yöneticilik türü… Çünkü 70 bin öğrencimiz, 5 bin çalışanımız var. Toplamda 75 bin kişiden sorumlusunuz. Bunları sevk ve idare ediyorsunuz. Dolayısıyla önemli bir görev! Zaten devlet nazarında da özellikle büyük üniversitelerin yönetimine daha çok önem veriliyor. Muhatap olduğunuz kişilerin seviyeleri de değişiyor. Mesela dekan iken; rektörle veya diğer mevkidaşlarınızla daha çok muhatap oluyorsunuz. Ama rektörlüğe gelince artık, muhatap olmanız gereken kişilerin seviyeleri değişiyor. Çünkü yaptırmak isteyip de istediğiniz şeyin kararlarını alan kişiler var. Örnekle, illerde valilerden, belediye başkanlarından başlıyorsunuz. Ankara’da YÖK’le ve başkanıyla direkt temas kuruyorsunuz. Çünkü üniversitenize kadrolar istiyorsunuz, yeniden yapılandırma talep ediyorsunuz… Tüm bunlar için YÖK’le yakinen muhatap olmanız gerekiyor. Maliye Bakanlığı’na gitmeniz gerekiyor, çünkü üniversitenize kaynak aktarılacak, onları görüşüyorsunuz. Veya bir arazi alacaksınız veya arazi üzerine bir şeyler yaptıracaksınız, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na gidiyorsunuz. Yani görev gereği, muhatap olduğunuz kişiler değişiyor. Bir de bunun dış ülkeler cephesi var. Amerika’dan tutun, Avrupa ülkelerine, Azerbaycan’a kadar uzanan yüzlerce anlaşmamız var. Amerika ile çift diploma anlaşmamız var mesela. Onun dışında ikili diploma anlaşması yapmak üzere Almanya’ya gideceğiz. Yurt dışına gittiğinizde rektörleri ziyaret ediyorsunuz, onlar geldiğinde onları ağırlıyorsunuz. İrtibat kurmak zorunda olduğumuz düzey değişiyor yani. Üniversiteyi ileri götürmek istiyorsunuz, mesela biz de üniversitemizi dünya üniversiteleri arasında ilk 500 arasına sokmayı hedefliyoruz… Tüm bunlardan anlaşılabileceği üzere böyle bir görev tüm hayatınızı bir şekilde değiştiriyor.
MARMARA ÜNİVERSİTESİ ÇEHRESİNİ YENİLİYOR
Üniversitenizi biraz tanıtır mısınız? Üniversitenizle ilgili gerçekleşen ve gerçekleştirmeyi planladığınız projeler nelerdir?
15 ayrı yerde eğitim yapan birimlerimiz veya laboratuvarlarımız var. Bunlara kampüs ya da yerleşke diyemeyiz. Çünkü bazıları ‘apartman’ gibi… Fakülte sayımız ise 14. Bunun dışında Meslek Yüksek Okullarımız ve Yüksek Okullarımız da var. Bildiğiniz üzere üniversitemiz çok dağınık. Bu yapı da yönetimi zorlaştırıyor. Hedefimizde ise iki merkezi kampüs kurmak var. Avrupa yakasında bir batı kampüsü kurmayı düşünüyoruz. Bir kampüs projesini de Anadolu yakasında yürütmek istiyoruz. Dağınık olan birimlerimizi bir araya toplayalım, bir de tarihi olan yerlerimizi muhafaza edelim istiyoruz. Başıbüyük’te Tıp Temel Bilimleri, Diş Hekimliği Fakültesi, Hastane, Eczacılık, Hemşirelik, Ebelik, Sağlık Bilimleri ile ilgili birimler gibi tüm birimlerin bir araya geldiği bir kompleks kurmayı planlıyoruz. Yaklaşık 7 bin öğrenci olacak. Günlük 10 bin hasta giriş çıkışı sağlanacak. Yapacağımız hastanenin inşası 450 gün sürecek. 25 bin metre kare kapalı alana sahip 700 yataklı devasa bir hastane olacak bu. Halkalı ve Doğu Kampüsü Projeleri için uzun bir sürece ihtiyaç var. Normal olarak da benim rektörlük sürem de dört yılla sınırlı. Biz bir yerde başlarız, gelişmeye başlayan proje yeni yöneticilerle tamamlanmaya devam eder. Diğer yandan İktisadi İdari Bilimler Fakültemizde yeniden yapılanmaya gidiyoruz. YÖK’ten onaylandı, üniversitemizde İktisat Fakültesi kuracağız. İşletme Fakültesi ve Siyasal Bilimler Fakültesi de kuruyoruz. Ayrıca cüssesinden dolayı Fen Edebiyat Fakültesi’ni de ikiye ayırarak yeniden yapılandırmayı düşünüyoruz. Bu konuda da çalışmalarımız sürüyor.
Rektör olduktan sonra öğrencilerle ilişkilerinizde neler değişti? Öğrencilerinizle unutamadığınız anılarınız var mı?
Bir ara Mühendislik Fakültesi’nde Nümerik Analiz derslerini bütün bölümlere ben anlatıyordum. Herhalde iyi bir hoca olmalıyım ki, o dersi benden almayı çok arzu ediyorlardı. Bilgisayar Bölümündeki çocuklardan biri geldi ki, ben çok çok fazla proje veren bir hocaydım, ‘Hocam bizim derslerimizden çok, bilgisayar programlamayı sizin dersinizde öğreniyoruz’ dedi. Bunu unutamıyorum. Birçok hatıra var tabii ki. Ama eve gittiğimde kütüphaneme buruklukla bakıyorum. Yarıda kalan kitaplarım da var. Öyle de bir dilemma var.
‘BİTİREMEZSEM, GÖZÜ AÇIK GİDECEĞİM’
Bilim insanı olmayı hedeflerken Rektörlüğe geçiş yaptınız. Rektörlük görevinden sonra kendiniz için nasıl bir yol haritası çiziyorsunuz?
Daha üst düzey görevler, daha üst makamlar tarafından tebliğ ediliyor. O yüzden o bağlamda bir şey söylemek çok isabetli olmaz. Ama ben Rektörlükten sonra tekrar bilime dönmeyi arzuluyorum. Öğrencilerime ve eksik bıraktığım kitaplarıma dönmek en büyük dileğim. O kitapları bitiremezsem gözüm açık gidecek.
Bu yoğun tempoda kendinize zaman ayırabiliyor musunuz? Boş vakitlerinizi nasıl geçiriyorsunuz?
Çok zor zaman ayırabiliyorum. Spor yapmayı seviyorum. En azından haftada bir spor olsun istiyorum. Hatta evimizde iyi bir teşkilatımız da var ama iki haftada ancak bir gün spora zaman kalıyor. Onun dışında yine yöneticilik konularında ve bilim alanlarında kitap ve bilimsel makaleleri okuyorum. Evde herkes bir enstrüman çalabiliyor. Evimizde çok çeşitli enstrümanlar var, ama zaman yok. Bu yüzden eskisi gibi artık müzik yapamıyorum. Yine de üniversitede müzik konusunda bir atılım yaptık. Türk sanat müziği çalışmalarına başladık. Konserlerimiz oldu. Temalı Türk Sanat Müziği Programımız var. Öğrencilerin amatör olarak kurduğu ve hocalarımızın öğrencileri çalıştırdığı senfonik müzik orkestrası var. Üniversitemizin 100. yıl kutlamasında performans gösterecekler. Onlardan bazı şarkılar kendim istedim, bazıları zor ama başarırlar bence.
Akademik yayınların dışında neler okursunuz, neler izlersiniz?
Daha çok eğlendirici eserler seyretmeyi seviyorum. Ağır eserler beni sıkıyor. Okumaya gelince, okuduklarım bana popüler, başkalarına bilimsel gibi geliyor. Sağlık ve felsefe ile ilgili, Big-Bang teorisi üzerine kitaplar okuyorum. Özellikle Big-Bang üzerine yapılan felsefi k yorumlar içeren kitapları seviyorum. Ancak bunları bile gördüklerinde beni bilimsel okuyor sanabiliyorlar. Ama benim için dinlendirici şeyler bunlar.
Hayatta da yoğunlukta da ortaklar!
Eşi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun olan Prof. Dr. M. Zafer Gül, bir kadın doğum doktoru ile evli. Kendisi gibi eşi de çok yoğun bir hayat yaşıyor. Eşinin sürekli ameliyathanelerde, hastanelerde kaldığını belirten Gül, hayatlarını paylaştıkları yolda yoğunluklarını da eşit paylaştıklarını vurguluyor. “Hatta bazen eşim gecede iki kere acilen hastaneye, doğuma gidiyor” diyen Gül, yine de yaşadığı hayattan çok memnun olduğunu belirtiyor. İki erkek çocuğa sahip olan Gül’ün büyük çocuğu Robert Koleji’ni bitirdi, şu an sosyoloji okuyor. Gül’e göre annesinin yoğunluğu oğlunun tıptan vazgeçmesinin belki de bir sebebi. Bilim adamı olmak isteyen oğlunu makine mühendisliği laboratuvarına götürdüğünü anlatan Gül, oğlundan ‘Beni tutmadı, beğenmedim’ cevabı alıyor. ‘Ne istiyorsun peki’ diye sorduğunda ise ‘Hani şöyle beyaz önlük giyiyorlar, tüpler falan var ya’ diye cevap alan Rektör, bu kez oğlunu tıp laboratuvarlarına götürüyor. ‘Hah işte burası’ diye sevinen oğlunun ‘beyaz önlüklü’ macerasının filmlerden geldiğini anlıyor. Oğlunun ilerleyen yaşlarda sosyoloji bölümüne ilgi duyması sonucu bu bölümü okumasını ailece destekliyorlar.